Türkiye’de son yıllarda yeni bir kavramla iç içe olmaya başladık… KOBİ… Bir zamanlar esnaf, tüccar, işadamı, sanayici, fabrikatör gibi kelimelerle adlandırdığımız kişi ve kuruluşlar, artık KOBİ diye anılmaya başlandı…
Ve bu KOBİ kavramı öyle bir noktaya geldi ki, ekonominin lokomotifi haline gelmeye başladı…
Bankalar “KOBİ Bankacılığı” diye departmanlar, birimler açmaya başladı… Son dönemde örneğin TEB danışmanlarla KOBİlere ekstra hizmet vermeye başladı…
Artık ekonomi iki temel taş üzerine oturdu… Birincisi, ulusal ve uluslar arası firmalar… İkincisi, KOBİler…
Referans gazetesinin 20 Nisan 2007’deki haberine göre, Türkiye’de 1 milyon 800 bin civarında KOBİ var… Ancak başka kaynaklar bu rakamın 3 milyon civarında olduğunu ileri sürüyor.
Dönemin KOSGEB verilerine göre, bu işletmeler, ekonominin yüzde 99,8’ini oluşturuyor… 99,8! KOBİ’lerin istihdamdan aldıkları pay yüzde 76,7… Yatırımdan aldıkları pay yüzde 56,5… Ülke ekonomisinde yarattıkları katma değer yüzde 38… Direk ihracatta aldıkları pay ise yüzde 10 civarında… Bankaların kredilerinden aldıkları oran ise ortalama % 25…
Son üç yılda bu rakamların daha da artış gösterdiği kesin… Ama KOBİ kredi ve borçlarının arttığı da…
Peki bu rakamlar ne ifade ediyor? KOBİler hala ihracat yapmıyor… KOBİler hala ulusallaşamıyor… Ama KOBİler ekonominin yükünü sırtlanmaya başlamış durumda… Ve buna rağmen bankalardan aldıkları destek, diğer rakamlarla kıyaslandığında oldukça düşük…
Ulusal firmaların büyük çoğunluğu uluslar arası ortak sahibi oldu… Başka bir deyişle ve algıyla, satıldı… Peki biz bunu eleştirirken, KOBİlerin farkında mıyız?
Vatandaşın, tüketicinin sahip çıkmadığı KOBİlerin çoğu % 100 Türk!
Peki biz alışverişimizi KOBİlerden yapıyor muyuz? Hayır… Güvenmiyoruz…
Peki bankalar güveniyor mu? Hayır! İtibar sahibi olması için ulusallaşması lazım KOBİlerin… Yerelleşebilen bankacılık sistemi ve inisiyatif kullanımı da öldü çünkü…
Peki yüz binlerce işsiz üniversite mezunumuz mezun olunca bir KOBİ’de çalışma hayali kuruyor mu? Hayır!
Peki KOBİler kendi değerlerinin farkında mı? İşte sorun şu ki, o da hayır…
Markalaşma adına yatırım yapmaları gerektiğinin, kurumsallaşmak için ulusallaşmanın gerekmediğinin hala farkında değiller…
Hepsi hala birer aile şirketi gibi yönetilmeye devam etmeyi tercih ediyorlar… Bir üniversite mezunu cevheri işe alıp yatırım yapmayı tercih etmiyorlar… Danışmanlık almak, eğitim almak yerine, her şeyi bildiklerini zannetmeye devam ediyorlar…
Peki ya böyle olmayan KOBİler? Onların isimlerini TV’lerde görmeye başladık bile…
Lazzoni’nin sunduğu bilmem ne dizisi… Atiker sıralı otogaz sistemlerinin sunduğu… Goldmaster uydu alıcıları… Schaffer’in sunduğu Ezel… Karaca çatal bıçak seti… Fiyapı… Taşyapı… KC grup… Varyap Meridyen… Muratbey peynirleri… Uniwipes ıslak mendilleri…
Hepsini görmeye ve duymaya aşina olmuş musunuz? Peki bu markaları 3 yıl önce biliyor muydunuz? Sizce krize rağmen nasıl ulusallaştılar bu markalar? Markalaştılar?
Peki benim İstanbul’a bir saat mesafedeki memleketim Tekirdağ’dan kaç KOBİ çıktı böyle? Bilen var mı? Yoksa biz hala İstanbul’un dibinde ulusal olmanın farkında değil miyiz Trakya olarak? Türkiye’nin iş merkezi İstanbul’a kilometrelerce uzaktaki Antep, Kayseri, Adana, Mersin bir sürü ulusal marka çıkarırken, biz nerede hata yapıyoruz?
NUR ERDEM ÖZEREN
16.01.2010