ÖSS sonuçları açıklandı bugün… Dün de SBS birincileri… Sınav birincileri ile röportajlar yapılıyor… Haber bültenlerine konuk oluyorlar… Başarılarının “sırrı” soruluyor…

Bir tanesi öğretilmiş bir şekilde, “Fatih Fen Lisesi ve FEM Dershanesi’nin bana verdiği programı bire bir uyguladım sadece” diyor… Ama çocuk Şanlıurfalı… Ailesini tam “8 aydır” görmemiş… Soru 1 : Bu çocuğu kim getirdi Şanlıurfa’dan İstanbul’a? Soru 2 : Ne uğruna?

Soru 1’in cevabını zaten okul ve dershanenin aynı gruptan olması açıklıyor sanırım…

Sistemin işleyişinin güzelliğine bakar mısınız? Türkiye’nin her yerinden çocuklar toplanıp getiriliyor, ailelerini aylarca görmüyorlar, masrafsız okutuluyorlar, bir de dershaneye gönderiliyorlar, ücretsiz, sonra? Eğitime katkı… Beyni yıkanmış, boş bakan, tabiri tam caiz asosyal “inek” çocuklar yetiştiriliyor…

İşte size reklam… ÖSS birincisine soruyorlar çok mu çalıştın diye, o da “sadece programa uydum…” diyor… “…okulumun ve dershanemin hazırladığı”…

Sistemi çok yakın bir arkadaşımdan biliyorum… Beyni yıkanamayıp, sistemden alabileceği eğitim ve bilgiyi alıp teşekkür eden… Ama o kadar çok genç var ki bu şekilde yetiştirilen…

Peki soru 2? Ne uğruna bunca sıkıntı, stres? Aylarca ailelerden, spordan, sanattan, her türlü sosyal hayattan uzak durmanın amacı ne?

ÖSS’de derece yapmak mı? Sınavda “başarılı” olmak mı? “Sınavda”! Popüler bir meslek sahibi olmak mı? Adı duyulmuş bir üniversiteye ya da bölüme girmek mi?

Sınav birincilerini değerlendirelim önce yine… Ne önemli insanlar onlar şu anda… Çok ünlüler birkaç günlüğüne… Peki ya sonrası?

Bu şöhret, ihtişam, ilgi, birkaç gün sonra bitecek… “Gerçek hayat” başlayacak…

Geçen yılların sınav birincilerini tanıyan kimse var mı? Ya da en azından sınava girdiğiniz yılın birincisini hatırlıyor musunuz? Sınavda başarılı olmak ne işlerine yaradı? Hayatta da başarılı oldular mı? Biliyor musunuz?

Sadece birinciler için geçerli değil bu gerçekler… Sınav sonuçları açıklanınca ilgi hat safhada olur gençlere, çocuklara… Puanlardan, üniversitelerden, bölümlerden, mesleklerden bihaber amcalarımız teyzelerimiz annelerimiz babalarımız duyup hemen yorum yaparlar…

Bölümünüzün ya da okulunuzun adı duyulmuşsa, mesela “Endüstri Mühendisliği”, “vaaay, aferin!” diye tepki verirler… Ya da hiç bilinmeyen ama kulağa hoş gelen bir bölümse, mesela “Aktüerya”, “ooo, çok iyi!” derler…

Ya da mesela “Boğaziçi”ni kazanırsınız, ama bölüm ne size uygun, ne de sanıldığı gibi yüksek puanla alıyor, mesela “Felsefe” ya “Fen Bilgisi Öğretmenliği”, ama Boğaziçi ya, sanıyorlar ki muhteşem puanla harika bir yeri kazandın…

Değil öyle aylar yıllar, birkaç hafta sonra sorun o amcalara teyzelere annelere babalara, hiç biri sizin ne bölümünüzü ne de üniversitenizi hatırlamayacaklar…

Ya da bırakın büyükleri, arkadaşlarınız bile bölümlerinizi üniversitelerinizi hatırlamayacaklar birkaç yıl sonra…

Büyüklere soralım bakalım, kaçı birlikte çalıştıkları, vakit geçirdikleri insanların üniversitesini, bölümünü, mesleğini biliyor?

Bütün bu uğraş, harcanan yıllar, bir daha geri gelmeyecek 14 yaş, 18 yaş, çocukluk, gençlik, çevremizdekiler için iyi birer “öğrenci” olmak için… Kimsenin aslında umrunda bile olmayan kulağa hoş gelen üniversiteler, bölümler, meslekler için…

Hayat için hazırlanmalı… Gurur duyulacak bir “insan” olmak için… Düzgün bir birey olmak için… Sonra hayatta çuvallayan sınav birincilerine hayat ödül vermiyor…

NUR ERDEM ÖZEREN
12.07.2009