Tadını kaçırmak istemedim iki kişi arasındaki aşkın anlatımının… Anne ile oğul ve müstakbel gelin arasındaki ilişkiyi ayrıca yazmayı daha uygun görüyorum…

Düşünüyorum da bir yandan… Bir filmden bu kadar çok malzeme… Bu kadar çok yazı… Sesli düşünüyorum… Helal olsun Çağan IRMAK’a tekrar…

Kaç saatimi harcadım bu yazılar için belli değil… İçime sinemedi bir türlü… Tekrar tekrar baktım… Silip silip yazdım… Bir aradaydı, uzadıkça uzadı, ayırdıkça ayırdım…

Bu kadar mı çok şey anlatıp, bu kadar mı etkiler bir film? Ne çok şey varmış dökülmeyi bekleyen…

Tarsus’tan kalkıp gelen… Geleneksel aileden, kasaba insanı… Aile aynı aile… Çocuk ise kopmuş oradan, uzaklaşmış, bir değil, birkaç nesil ileri gitmiş… Ailenin gurur kaynağı…

Köylü, kasabalı, saf, temiz, doğal, iyilik meleği anne… Çocuğun yeni ve birkaç nesil ilerideki yaşamına adapte olamayan… Eve girerken çıkardığı ayakkabıları ile…

Annenin her hareketinden utanan çocuk… Bir türlü ona dayanamayan… Aldığı kıyafetlere, köylü, kasabalı hallerine…

Hatta geçmişini tamamen reddeden… Sabah kahvaltı ederken çalan telefonu açmak istemeyen… Ama akşam, “kafası güzel” olunca anneyle masum masum konuşan…

O konuşma sırasında Hümeyra’nın şarkısı fonda… “Sana bu karanlık, bu gürültü içinde, ellerimi uzatıyorum… Sen bu karanlık, bu gürültü içinde, görmüyorsun…”

Kaç kişi tanıyorum, içmeden duygularını ifade edemeyen… Ailesinin gelenekselliğinden utanan… Üzülüyorum…

Annesinin ona uzattığı eli tutmayan… Tutamayan… Hayatın içinde karanlıkta olan…

Annesinin kıymetini bilemeyen… Onu istemeden kıran… Restoranda kendini tutamayıp herkesin içinde annesine bağıran… Hatta bu sinirle Ada’sını da kıran Adam… Sonra pişman olan…

Yine anneyle konuşamayan… “Zor be anne… Çok zor…” İçinde patlayanları, kopan fırtınaları dışarı vuramayan… Konuşabilmek için içmeye giden sonra…

Önce hata yapıp, sonra içip kapıya elinde o saatte bulunabilecek yegâne kır çiçeklerini alıp dayanma durumu… “İçtik mi…?”

İlişki sırasında, anneye karşı, sevdiklerine karşı önce fevri davranışlarla kırıp, sonra içip içip affettirme çabaları… Her şeyin değerini sonradan anlama… Yapılan hatayı yapmadan fark edememe… Sonra çeşitli yöntemlerle özür dilemeye çalışma…

Ada’nın evden çıkınca düşüşüyle bir anda pişman olma… Eve geri çağırma…

Anne ayrı, Ada ayrı onun iyiliği için her şeyi yapmaya hazır…

Anne onu rahatsız etmesin diye fedakârlıktan asla kaçmayan… Koltukta bile uyuyacakken, “Geniş geniş, aydınlık aydınlık daha güzel be olm” diyen anne…

Adam’ın oraya ait hissetmediği için gitmediği düğün salonunda, sırf onun hatırı için eğleniyor“muş gibi” yapan kız… Onun annesini sen idare ediyorsun… Onun için…

Ve aslında asıl iki önemli detay… Anne’nin Ada ve Alper’le yaptığı kısa ama öz konuşma…

“Bu hay huyda insan yalnız olduğunu bilmez anlamaz… Ona sahip çık kızım… Onu yalnız bırakma bu şehirde…” Issız kalmasın…

Annenin sözünü dinle Alper… “Ada sana Allah’ın verdiği en büyük nimet…” Anlamadı Alper… Dinlemedi anneyi… Anneler anlarmış… Anlatıyor Çağan IRMAK… Anlayana…

“Yemek yapmanın en güzel tarafı, onu birine yedirmek ve yüzündeki ifadeyi izlemek…” Yazı yazmanın en güzel yanı da, birilerine okutmak ve yorumlarını okumak…

NUR ERDEM ÖZEREN
23.11.2008