Yaşım gereği her gün başka bir arkadaşımın nişanlandığını, evlendiğini, çoluğa çocuğa karıştığını öğreniyorum… Benden yaşça biraz büyüklerin ise evlilik bitirmelerini…
Evlilik kurumunun her geçen gün daha da yıprandığını, boşanmaların her geçen gün arttığını, bırakın yeni nesli, 50’li yaşlarındakilerin bile boşanma davalarında koşuşturduğunu her geçen gün görürken, insanlar nasıl evlilik kararları alıyorlar merakla irdeliyorum…
Dedim ya, bu aralar herkes evleniyor… Kar kış demiyorlar, yazı kışı beklemiyorlar, hayatlarının insanlarını buldukları mutluluğuyla nikah masasına koşuyorlar… Ama yazık ki, sonra boşanacaklar… Bu kez koşa koşa mahkeme kapılarına gidecekler…
Artık kimsenin kimseye eskisi kadar tahammülü kalmadı… Herkeste bir özgürlük, herkeste bir tek başına hayat tutkusu… Bu duygu her yerimizi sarmışken de, “biz” olmak denen şeyi öğrenemiyor, evlilikleri “biz” üzerine kuramıyoruz..
Evlilik sırasında yapılan anlaşmalar, mal paylaşımları, daha başlarken “ayrılığı” düşünerek yapılan planlar…
Ama asıl en büyük sıkıntı, insanların birbirlerine olan saygılarının yok olması… Bir bakın eski sinema filmlerine, bir bakın eski şarkıların sözlerine… Saygı dolu…
Şimdi ise, bırakın sevgiliyi, büyüklere, öğretmenlere saygı kalmadı… Bu durumda da evleneceğiniz insana saygınız olmadan kurulan, temeli sallantılı evlilikler yapılıyor…
Aslında herkesin evlenirken, evlilik planları yaparken hedefi aynı… Sevdiğinin beğenmediği şeyleri değiştirme hedefi…
Olduğu gibi kabul ediyormuş gibi görünüyoruz, aslında onu sevdiğimiz halini unutuyor, olmasını istediğimiz halinin çalışmalarını yapıyoruz…
Sosyal ortamlarda tanışıyoruz, onun o halini severek evlilik kararı alıyoruz, sonra sosyalleşmesinden vazgeçmesini istiyoruz…
Bütün bunlar neden? Kabul ettiğimizi sandığımız, kabul ediyormuş gibi göründüğümüz, belki bir dönem görmezden geldiğimiz, ama gün gelince ortaya çıkardığımız geçmişimiz…
Artık herkesin bir geçmişi var… Evlenen herkesin bir aşk, sevgililik, belki evliliğin önünden dönüş hikâyesi, geçmişi var…
Zamanla herkesin karşısına çıkıyor geçmişin izleri… Hem karşısındakinin geçmişi, hem kendi geçmişi…
Moralin en bozuk olduğu anlarda, geçmişteki güzel günler akla geliyor, “acaba yanlış seçim mi yaptım?” diye sorgulamalar başlıyor…
Bu gelgitler, karşılaştırmalar, ilk tartışmada dökülüveriyor dudaklardan… Va hayatın her alanında karşılaştırmalar, geçmişin izleri ile bugünü kıyaslamalar başlıyor… Geçmişteki kötüler değil, iyiler hatırlanıyor…
Ya da eşimizin geçmişi mıkırdanmaya başlıyor içeride… Kör olan gözler açıldıkça, görmediklerin görülmeye başlanıyor…
Başlarda anlayışla karşılanan, karşılanır”mış gibi” yapılan geçmişteki sevgililer, ara bozulunca ilk koz oluyor kullanılan…
Girilen bir ortamda karşılaşılıyor, taraflardan biri altüst olabiliyor, belli etmek istemedikçe daha da batıyor…
Ve eşimizin bir zamanlar hazmettiğimiz ve unuttuğumuz geçmişi, izlerini yüzümüze vuruyor…
Bu sadece geçmişteki ilişkilerle ilgili değil, tanışılma dönemindeki maddi duruyla ilgili de ortaya çıkıyor… Kirlenmiş laflar ortaya çıkıyor…
Bütün bunlardan sonra da, kurtar kurtarabilirsen evliliği… Zaten derinlerde olan geçmişin izleri, derin yaralar açıyor dokundukça… Böyle böyle de temelleri sarsılıyor evliliklerin…
Ah eskiden… Böyle miymiş? Herkes gözünü bir kişiyle açıp, bir kişiyle kapıyormuş… Olmayan geçmişin izi de olmuyormuş bugünde… Hangisi daha doğru? Hangisi daha güzel?
NUR ERDEM ÖZEREN
26.01.2010