Bir süre önce bir yazı yazdım evlilikler ve boşanmalarda modernleşme sürecindeki kadınların görüş ve davranışlarını eleştiren.. Zannedilmesin ki erkeklerin sütten çıkmış ak kaşık olduğunu düşünüyorum..
Ama erkeklerin evliliklerle ilgili “sıkıntı yaratan” yaklaşımları, “modernleşirken” ortaya çıkmadı, hep vardı…

Biz erkekler, içimizde “dışarı atmamız gereken” zehirli maddelerle doluyuz.. Ve zehrimizi dışarı atma isteği bize farklı yaş ve dönemlerde olmadık işler yaptırıyor bazen..

Bence üç tip erkek var kadın – erkek ilişkilerinde.. İstisnalar hariç.. Ya küçük yaşlardaki “saldırganlığıyla” atıyor zehrini, ya yıllarca bastırdığı duyguları 40’ından sonra “azıyor”, ya da yıllarca akıta akıta bitiremiyor zehrini..
Ve bu üç tipten ikisi evlilikleri, biri de evlilik öncesi ilişkileri bitiriyor..

Ergenlikten itibaren çevresini saran “güzel kız”lara karşı koyamayan ilk çeşit, evlenene kadar her çiçekten bal alıyor.. Sonra bir gün geliyor.. Vücut kimyası artık bundan tat almaz oluyor.. Asıl istediğinin her gün başkasıyla olmak değil, huzur olduğunu anlıyor.. Aslında artık “huzur” aramaya başlıyor.. Ve “duygular”ın yerini, yanında onları da tutarak ama, “değer”ler alıyor..

Bir zamanlar “ay ne tatlı çocuk” diye sevdiği çocukları, artık “ben de bunun aynısından istiyorum” diye sevmeye başlıyor.. “Zamanı geliyor” yani..

Ama bu arada da onlarca “can yakıyor” belki.. Ya bilerek.. Ya da farkında bile olmadan.. Bence diğer ikisine göre en masumu olan çeşit..

İkinci çeşitten son zamanlarda çok görür olduk.. Biten evliliklerin de “ardından”, ya da “sebebi olan”.. Yıllarca “beyefendi” gözüken, “gözü eşinden başkasını görmeyen” masum adam, 40’ından sonra bir bakmışsınız “aşk”ı buluyor..

Kendinden yaşça küçük bayanlar “aklını çeliyor”, “çocuğu yaşındakiler”e aşık oluyor.. “Yeniden doğuyor” ona sorarsanız.. Kalp atışları “daha hızlı atıyor” yıllar sonra ilk kez..

Yıllarca bastırdığı duyguları bir anda dışarı fırlayıveriyor.. Yıllarca “beyefendiyi oynamanın” baskısını kaldıramamaya başlıyorlar.. İçlerindeki “gerçek” ortaya çıkıyor..

Herkes onlara “şaşırıyor”.. Bense “beklediğim son”u izliyorum.. Yıllarca “birşeyleri” bastırmanın “son”ucunu…
Son çeşit ise zehrini akıta akıta “bitiremeyen”ler.. Evlilik öncesi “çapkın”lıklarıyla “meşhur” bu çeşit, bir dönem “artık durulduğunu” iddia ediyor..

Tam da bu dönemde, “hayatının kadınını” bulup “evlilik” kararı alıyor.. Birkaç aylık durulmadan sonra, bir bakmışsınız “eski hayatı”na geri dönüyor..

Nedeninin çok düşündüm bu “hayat”tan vazgeçemeyenlerin.. Tek bir cevap bulabildim.. Onlar hep “çapkın” olmakla övünmüş, arkadaş çevresinde böyle “takdir edilmiş”lerdir.. Onlar için tek “statü kaynağı” bu “hayat”ları olmuştur..

Bu iki çeşidin “gözü hiçbir şey görmez” oluyor.. Ne “çocuğu”nu, ne “çevre”sini, ne “toplum”u.. Ne “değer”leri kalıyor, ne “düşünce”leri.. Tek derdi “hayvani” bilinçaltımızdaki “duygular”ı oluyor..

Yarın çocuğunun düğününe “sevgilisi”yle mi yoksa “eşi”yle mi gideceğini düşünmüyor.. Ya da çocuğunu evlendirirken kendisi ile ilgili “çevre”nin ya da “toplum”un nasıl “tepki vereceğini” düşünmüyor.. Ve bu tepkinin çocuğunun geleceğine nasıl etki edeceğini..

Sıkıntı şu ki, artık böyle evli erkekler çok daha rahat “eş” buluyor.. “Masum” karşı cinsin “umrunda bile olmuyor” adamın “evli”lik durumu.. Oysa her iki taraf da bilmiyor ki, “başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulmuyor”..

NUR ERDEM ÖZEREN
01.02.2008